Depresyon, derin üzüntülü, bunaltılı bir duygudurumla birlikte düşünce,
konuşma, hareket ve fizyolojik işlevlerde yavaşlama, durgunlaşma ve bunların
yanı sıra değersizlik, küçüklük, güçsüzlük, isteksizlik, karamsarlık duygu ve
düşünceleri ile belirli psikiyatrik bozukluklar bütünü olarak tanımlanabilir,
Uykusuzluk ve iştahsızlık da en çok görülen belirtilerdendir. Depresyon tanısı
koymak için bu belirtilerin en az 2 hafta devam ediyor olması gerekir.
Depresyonun psikiyatride bir çok alt tanısı vardır. Ancak en sık karşılaşılan alt
türü unipolar(tek uçlu) bozukluktur. Depresyon, tanısı konduktan sonra
çoğunlukla ilaç tedavisi gerektiren bir durumdur.
Son yıllarda depresyon görülme sıklığı artarken depresyonun maliyeti de oldukça
artış gösterdi.
İlaç Harcamaları 10 Yılda Üç Kat arttı
Türkiye İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikasının (İEİS) verilerine göre 2002 yılında
toplam 789 milyon kutu ilaç tüketilmiştir ve toplam ilaç pazarı 4.8 milyar TL’dir.
2012 yılı verilerinde ise ilaç tüketimi kutu bazında 1.77 milyar kutu ve ilaç pazarı
da 14.5 milyar TL’ye ulaşmıştır. Dünya ilaç pazarının yaklaşık dörtte biri ruhsal
hastalıkların tedavisinde de kullanılan merkezi sinir sistemi ilaçlarının satışı ile
oluşmaktadır. Sinir sistemi ilaçları Türkiye ilaç pazarında antibiyotik, kalp-damar
sistemi ve romatizmal ilaç grubundan sonra 4. sırada yer almaktadır.
Antidepresanların tüketimi de bu verilere paralel olarak 2003 yılında 14.238
milyon kutudan 2012 yılında 36.881 milyona yükseldi (psikofarmakoloji derneği
verileri). Bu artış başlı başına tedavi maliyetinin artışını göstermektedir. Bu
rakamların bu kadar yüksek çıkmasında en büyük nedenlerinden birisi bütün tıp
dallarında olduğu gibi psikiyatrik bozukluklarda da önleyici, koruyucu
yaklaşımların uygulanmamasıdır.
Risk Faktörleri Nelerdir
Depresyonun oluşumunda bir çok risk faktörü bulunmuştur. Bunlardan bazıları
değiştirilemez faktörlerken, bazıları değiştirilebilir faktörlerdir Değiştirilemeyen
faktörlerin başında genetik ve biyolojik faktörler gelmektedir. Ailede depresyon
tanısı konulmuş kişilerin yakınlarında depresyon yaşama olasılığının artışı
araştırmalarda gösterilmiştir. Psikiyatrik bozuklukların bir çoğunda olduğu gibi
depresyonda da çok gen etkisi(birden fazla gen bulunmuştur) vardır. Ancak bu
genetik durumun şu anki bilgilerle değiştirilmesi mümkün değildir. Genetik ve
biyolojik faktörlerle sosyal faktörler birbiriyle sürekli etkileşim içindedir ve
kişinin ruhsal toplumsal etkenlere yanıtını belirler.
Sınıfsal Farklılıklar Depresyon Gelişmesinde Etkilidir
Müdahale ve koruyucu ruh sahlığı uygulamalarıyla önlenebilir risk etmenlerinin
başında sınıfsal farklılıklar, cinsiyete farklılıkları, yaşam olayları, travmalar,
bedensel hastalıklar ve öğrenim durumunun düşük olması gelmektedir. Yapılan
araştırmaların önemli kısmında düşük gelir gruplarında, yaşam koşullarının zor
olduğu durumlarda ve kişilerde, işsizlerde depresyonun daha sık olduğu
gösterilmiştir.
Depresyon Kadınlarda Daha Sık Görülmektedir
Kadınlarda erkeklerin iki katı kadar depresyon görülürken belli yaş gruplarında da
artış gösterir. Örneğin kadınlarda menopoz, adet öncesi dönemler ve gebelik riski
oldukça artırır. Yine kadınların erkeklere göre daha fazla kötü aile ortamını
yaşadıkları, taciz ve tecavüzlerin çok fazla olması, toplumsal yaşantıda kadının
yeri bu riski artırmaktadır.
Erken çocukluk çağında yaşanan travmalar geç dönemlerde yaşananlara göre
yatkınlığı artırmaktadır. Yine olumsuz yaşam olayları, bedensel hastalıklar
(örneğin diyabet, KOAH, epilepsi vs) da depresyonun yaygınlaşmasına ve
artmasına katkı sağlamaktadır.
Depresyon Riski Azaltılabilir
Değiştirilemez risk faktörlerini bir kenara bırakırsak, değiştirilebilir risk faktörü
olarak gösterilmiş nedenlerle programatik mücadele tedavi maliyetlerini oldukça
düşürebilir, daha da önemlisi insanların yaşam kalitelerini artırabilir; toplumdan
kopmalarını, ailesel ve çevresel olumsuzluklar yaşamalarını azaltabilir. Ancak
piyasacı bakış açısının önleyici yaklaşımlardan çok, tedavi edici yaklaşımları öne
çıkarması tedavi maliyetlerini ve toplum sağlığı açısından riskleri artırmaktadır.
Not: Bu yazı 2012 yılında soL gazetesinde yayınlanmıştır